14 Ekim 2008 Salı

nikah masası’na nikahlı laik düğünü inovasyonu

yaz takvimlerde tükenmişti.. ekimdi artık.. erken gelen ve bitmeyen ramazan damarlarındaki alkolü bitirmişti.. son patlıcanlar balkonlarda kururken; kornişonu, fasulyesi, domatesi, lahanası tuzlu - sirkeli sularda bir bidonda, bir arada kışa hazırlanıyordu.. “onlar bile yalnız değil!!” diye geçirdi içinden.. sonra ayağını bir taşa geçirdi.. çubuk, ankara’ya oldukça yakın bir yerleşim birimiydi ve bir cumartesi günü ankara inceden üşüyordu.. ayağı takılmıştı yere düşüyordu.. takım – gömlek – kravat troykasına 199 lira, jöleye de 4 lira vererek başka bir insan olmuştu bugün.. annesi “aman da benim yakışıklı yavrum, aslan oğlum..” diye yanaklarından tutunurken hayata; onun uygun bir ayakkabısı yoktu.. babasının kesik burun ayakkabılarından birine dikti gözlerini, güzelce boyadı.. çorapları delikti ama onu da kimse görmeyecekti nasılsa.. annesi araya bir süveter sıkıştırıyor, “üşürsün yavrum, ayaz.. çıkarma he mi?” diye sıkıca tembihliyordu.. lisede giydiği süveterdi bu.. ayran lekesi hala üzerindeydi.. üzerinde çok durmadı ama.. ceket kapatırdı.. zaten kim dikkat edecekti ki?? her şey tamamdı artık.. dolmuş durağı 5 dakikalık yürüme mesafesindeydi.. kıyametin arifesindeydi.. ve o tek başına 5 dakika bile ayakta duramayacak kadar maldı.. toplumsal bir ihmâldi.. gözünden iki damla yaş süzüldü.. pantolona üzüldü..  

yol kenarındaki bir billboardda ankara’nın sürreel yüzü, kesikköprü barajını gösteriyor ve en salaş, en samimi yüzüyle 20 yıllık dayağına – kıyağına gülümsüyordu.. hemen yanındaki billboardda ise bu sefer ceketli kravatlı olmak üzere bir yaşlının elini öper gibi yaparak bayramlaşır gibi yapıyor ve bu sefer sağ cenahtan daha sinsi gülümsüyordu.. otobüsler bu bayram yine bedavaydı.. ve bayramdan sonraki ilk cumartesi günü aktepe’den gelen dolmuş boştu.. hayatta güzel şeyler de oluyordu kimi zaman..

her şeyin olması gerektiği gibi olduğu o cumartesi akşamı, elitist laikçilerin ‘biz bambaşkayız’ tadındaki düğünü için taraflar tek tek yerini alacaktı.. listede ismine baktı bulamadı.. mallığına verdi.. kendiyle hesaplaşmasını tamamlamış yaşayanların en denyosu olduğunun pekala farkına varmıştı.. sonra birinden yardım istedi.. gerçek bir profesyonel gibi listeden haberi yokmuş gibi davranmayı becerdi ama.. neden sonra gelinin az görüştüğü arkadaşları için tahsis edilen gözlerden ırak masada yerini aldı.. ilk gelen oydu.. daha iki saat vardı.. ve sonbahardı.. erken geldiğine sevinecek kadar dallama bir düşünce yapısına sahipti.. gelinle damadın görülebildiği bir tek sandalye vardı o masada.. hemen yerleşti oraya.. garsona “bir sigara bağlasana be abi!!” dedi.. garson pis pis baktı ve bir sigara fırlattı bunun önüne.. "dışarıda iç, batırma masayı.." dedi üstüne.. bir emre daha itaat etti ve sandalyeyi kaptırmamak için ceketini asarak dışarı çıktı.. mal mal baktı.. artık süveteriyle baş başaydı..

gelen giden, süveterine aldırmadan adam hesabına alıp buna kibarca bir baş selamı veriyor, bu da gerçek bir beyefendi gibi gelen selamları gülümseyerek iade ediyordu.. kale alınmak hoşuna gidiyordu.. gizli bir sevinç peyda oldu içine.. oysa bugün, işte bu cumartesi günü, inceden üşürken soğukta; asla ve asla sevinmemesi gerektiğinin farkına vardı.. en acı gündü bugün.. sevdiği evleniyordu.. tek ve gerçek aşkı bugün gelin olmuş gidiyordu.. ona veda ediyordu.. davetiye eline geçer geçmez, düğünde ne işi olduğunu düşünmeden “beni de çağırdı lan, oha bir de yemekli, beleş bira!! yeriz, içeriz mis gibi.. nikah da varmış, badem şekeri.. o değil de ordövr..” diye sevinişini hatırladı.. utandı ve yerini yadırgadı.. ama oturmuş bir karakteri olmadığı için çekip gitmeye yeltenemedi.. soğukta çok kaldı ama ortamdan ötürü yellenemedi..

salona tekrar girdiğinde dışarıda bir sigaralık değil, bir saat kadar oyalandığını fark etti.. salon dolmaya başlamıştı.. masada arkadaşlarını gördü.. kimsenin kendisini sevmediğini gayet iyi bildiğinden o masaya gelir gelmez hepsinin sigara içmek için dışarı çıkmalarını ve döndükleri zaman iki yanındaki sandalyeyi de boş bırakmalarına şaşırmadı.. aldırmadı.. çok da koymadı bu ona.. “reis aldırmıyor ya!!” dedi seslice.. birisi bile dönüp “bir şey mi dedin??” demedi.. garson bekarlar masasındaki bu ironiye yavşakça gülerek yaklaşıyor, belki bahşiş kopar nevi bir yaklaşımla içecekleri soruyordu.. bira içmek istiyordu.. ama derdi olan gerçek insanlar rakı içerdi ve ömründe ilk defa rakı sipariş ediyordu.. sigarasının olmamasına o zaman dertlendi işte.. sigaraya bir türlü alışamamıştı.. orta okuldan beri sigara içmeye çalışıyor ancak bir türlü bağımlı olamıyordu.. bu düşünceler beyninin kıvrımlarında dolaşırken; “ben bir tek sana bağlandım!!” dercesine bir bakış fırlattı 'superman song' eşliğinde içeri giren ve birkaç dakika sonra eşi oluverecek damatla ilk dansını icra eden sevdiğine.. dans bitti.. rakı bitti.. gelinle damat kendileri için tahsis edilen taht benzeri yapıya doğru ilerlerken garson mutfağa rakıyı tazelemeye gidiyordu.. “kaç kadeh devrildi sarhoş gönlümde??” diye içlenirken.. gelinle damadın aşklarının sinevizyonu başlamıştı bile.. yine dilini anlamadığı bir şeyler çalıyordu fondan.. tek rakının melankolik etkisiyle gözlerinin dolduğunu hissetti.. aslında hissetmedi ama bu durumda gözlerinin dolması gerektiğini biliyordu.. dolmadığı için de kuru gözlerini siliyordu.. neden sonra nikah memuru girdi içeri.. o pembe bordo karışımı cüppesiyle çöktü masaya.. ikinci kadeh de tükendi.. şahitler çağrıldı huzura.. değişen adetler çerçevesinde dört tane falan kelli felli adam masanın etrafına tünedi.. hepsinin adından önce bir sıfatı vardı.. herkes halinden o kadar memnundu ki “kimse beni anlamıyor burada.. tanrım ben neredeyim??” diye ilk defa 'tanrı' demesine çok aldırmadan derdine dert ekledi.. nikah memurunun konuşmasını bekledi.. ve işte sevdiği “eveeeeeeeet!!” diyordu.. ve damat “eveeet!!” diyordu.. kendisinin daha başka türlü bir ‘evet’ diyeceğini hayal etti.. hem bu nasıl nikahtı ki ayağa basma muhabbeti bile çevrilmiyordu?? muhayyilesi onu ve sevdiğini aldı keçiören belediyesi halil ibrahim sofrası’ndaki olağan üstü nikah törenlerine götürürken, düğünü sokakta yapardık elektro bağlama falan, meşrubat, karışık çerez, imam nikahını amcam kıyardı, 2 burma mihir verirdik diye düşünürken nadan, nikah memuru da çankaya belediyesi adına, kendine birileri tarafından verilen yetki çerçevesinde nikahı kıyıyordu.. “aslında kıydığı nikah değil benim gençliğim, yarınlarım!!” diye kendine alttan dayıyordu.. neden sonra nikah memuru genç çifte çağdaş, laik, atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalmalarını, çoluğa çocuğa da cumhuriyetin değerleri çerçevesinde karışmalarını tembihledi ve bizi biz yapan değerleri her zaman hatırlamak, yuvalarının bir parçası yapmak için türk bayrağı ile şu çılgın türkler hediye etti.. “turgut..” diyebildi; “özakman!!” kaybolan yıllarının hesabını soracak bir gerçek bulmanın haklı gururuyla kendisini sokaklara atıyordu.. yüzünde salak bir tebessüm, gönlünde aynı acı, dilinde o meşum şarkı..

“nikahına beni çağır sevgilim
turgut özakman’ın olurum senin
bu adam kim diye soran olursa
siyasal islamcı dersin sevgilim

hayaller kurardık biz yıllar önce
hiç yoktu hesapta ayrılık bizce
bilirsin ne kadar görmek isterdim
başörtü içinde seni öylece

ampüle oy versem sevemez miyim
senden laik olmaz diyen ben miyim
şimdi çok zenginsin ben aynı garip
sana yüz görümlük veremez miyim

nikah masasına oturdun işte
ezginlik çok zormuş böyle sevince 
sana mutluluklar sözüm kardeşçe
at artık imzanı git bir an önce”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder