Yine paraları bitmişti. Bülent hep bira içtikleri iskelede dibe dalmış, 13 tane bira şişesi çıkarmıştı. Zeki'nin elindeki çuvala doldururken "İyi lan 2 ekmek çıkar heralde burdan" diyordu. Fakat Bakkal Hasan tüm hesapları alt üst etmişti. Aslında yüzünün yarısını aydınlatan mum ışığında çekirdek çitlemesi, orjinal bir adam olduğunun ipuçlarını dükkana girerken vermişti...
30 Ekim 2008 Perşembe
Denizler Altında Yirmi Bin Küsur Fersah
ergenekon'dan izmir'e yaşasın cumhuriyet!!
kelimelere taşıyabileceğinden fazla anlam yüklemede üzerimize yok canlar.. değişen dünya düzeni, düzene ayak uyduramayan ersin düzen’i, ajda’sı ve sezen’i, teyzeoğlusu kuzen’i garip bir toplum olduk çıktık.. ama bıktık.. yeter.. heder olduk heder..
sucuk kokusuydu vatan…”
Necmettin
N. sofraya oturduğunda ellerinde bir değişiklik olduğunu fark etti. Çatalı tutuşu değişmişti. Bu, çatalın eline başka bir biçimde geliyor olduğunun da ispatı olabilir tabi. Fakat başına bir şey geldiğinden kuşkusu yoktu. Bir hastalık gibi belirmişti. Bir çelişkiler yumağının tam ortasındaydı. Ellerindeki değişiklikten sonra karaciğerinde bir ağrı hissetti. Kendini kaba dalgalı denizde giden bir gemiymiş gibi hissediyordu. Sanki ahşap duvarlara sular çarpıyor, koridorun derinliklerinden su baskınından kaynaklanan bir gürültü geliyor, koridor olduğu gibi sallanıyor, her iki yanda bekleyenler bir inip bir kalkıyorlardı. Fakat doktorları sevmezdi. "Karaciğerim ağrıyormuş, varsın daha beter ağrısın!"
Bu çelişki hastasının başına gelen ilginç olaylar bununla bitmiyor. Ama biz burada dursak daha iyi olur, sanıyorum. N. dayanamadığı için yazmayı sürdürdü. "Bir köpek gibi ağrıyor!" dedi, sanki utanç, ondan sonra da hayatta kalacaktı. Yarın Çorum'a yağmur yağacak.
28 Ekim 2008 Salı
‘kim’ ‘kiminle’ ‘ne zaman’ ‘nasıl’ ‘ne yapıyordu’
(Fazla değil ama bir takım insanlardan nefret edebilmem için yeterli bir doz almıştım.)
Nuri Bilge ekibiyle birlikte beyazperdede bu sefer gerçekten iyi bir iş çıkarmıştı.
(En iyi yönetmen ödülünü niye aldığı filmin her karesinden belliydi.)
Fakat yanımızdaki hödük ve kız arkadaşı sinemada film boyunca lüzumsuz yorumlar yaptılar.
(Bu yurdum insanları yan salonda oynayan – ve bunların zeka yaşının yeteceği – filme gitmektense talihin garip bir cilvesi sonucu bu güzelim filme gelmeye karar vermişlerdi.)
Ben arkadaşımla beraber koltuklarımızda film arasına kadar büyük metanet gösterdik.
(Ben zaten böyle olacağını baştan sezip ‘abi o filmi o sinemada izlemeyelim istersen’ demiştim. Akılsız başın cezasını bu sefer kafa sikilmesi olarak görüyorduk.)
Ancak bu hödük dişisiyle beraber yanımızda ikinci yarıda da sürekli konuştu.
(Hatta film biterken erkeğimiz ‘ne kadar anlaşılmaz, o kadar iyi!’ diyebilecek kadar öz güvene sahipti. Oysa ki filmde bana göre anlaşılamayacak en ufak bir nokta yoktu.)
Neyse gel gelelim sadede. Bu güzel geceyi bize yaşatan, hödüklerle dolu, yasaklı, giderek nefret ettiğim ‘yalnız ve güzel ülkeme’ buradan teşekkür etmek istiyorum.
23 Ekim 2008 Perşembe
ezginin diyalektik açmazı
- alo.
- nabıyon lan?
- emin değilim.
- nası yani?
- galiba intihar etmeye gidiyom.
- iyi iyi allah kabul etsin. eee nasıl intihar etcen?
- galatadan atlıcam sanırsam.
- ulan it intihar etmek için indirimli günü seçtin di mi? neyse ben gelene kadar atlama. bi saate ordayım. fotoğrafını felan çekerim düşerken.
- tamam bekliyorum cemil abi.
Müesseseyi uzun zamandır tanımasının rahatlığıyla “Mustafa Abi, çaylar Rize’den mi geliyor?” diye bağırdı. Gülüştüler. Çok kötüydü ama gülüştüler. Sorun yoktu öyleyse. Çayın gelmesinin yakın olduğuna kanaat getirdikten sonra sigarasını yaktı.
- nasılsın?
- iyisinden hallice. sen?
- kötüyüm.
- fiziksel olarak mı ruhsal olarak mı kötüsün.
- her şeysel olarak kötüyüm, uzatma işte.
- tamam o zaman şöyle yapalım, manasız bir şeyler yazalım.
- ben hayatımı yazabilirim mesela.
Tüm hayatı olan bavul önünde duruyordu. Gülmeyi denedi, olmadı, sırıtmakla yetindi. Durum iyi mi kötü mü bir türlü karar veremiyordu. Bavulu sürükleyerek evden çıktı. Dışarıda yağmur yağıyordu. Yağmuru seviyordu çünkü düşünmesine yardım ediyordu. Bu iyiye işaret dedi kendi kendine. Yürüdükçe ıslandı, ıslandıkça düşündü, düşündükçe düşündü. Birden “Ey ahali! Hayat sadece bir oyun ve bavullardan başka kaybedeceğimiz bir şey yok.” diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Sonra yere yığıldı ve kendi kendine sayıklamaya başladı: “hayatlaroyunlarbavullar, bavullaroyunlarhayatlar, oyunlarbavullarhayatlar…”
- son oyununuz ‘bavullardaki hayatlar’ın gördüğü ilgiye ne diyeceksiniz?
- aslında bu oyunda kendi hayatlarımızı konu aldık. bu kadar ilgi görmesi bizi de şaşırttı.
- peki siz ne düşünüyorsunuz oyun hakkında cemil bey?
- bu hayatı yaşaması keyifsiz ama izlemesi keyifli olmuş kanımca.
Gaza gelip hareket eden mallar vardır. İşte o mallar bizdik. Bir bok öğreniriz diye mesleğimizle alakası olmayan bir ders alıp dönem boyunca haftada dört saat kendimizi sıkıntıya mahkum etmiştik. Saçma sapan konularda (bize saçma sapan geliyordu) saçma sapan öğrenciler (bu kesin bir gerçekti) saçma sapan yorumlar yapıyordu (bu konu üzerinde araştırmalar halen devam ediyor).
[HOCA]: …‘acerbus corylus avellana’ ve ‘embamma arachis hypogaea’ sendromları aynı sebepten kaynaklansa da farklı gelişimler gösterirler…
[MAL 2]: (fısıldayarak) sallıyo lan bu karı, böyle hastalık ismimi olur.
[MAL 1]: (fısıldayarak) iyi de bunlar hayatta ne işimize yarıcak.
[SAÇMA SAPAN ÖĞRENCİ]: peki hocam elimizde yeterli vaka var mı?
[HOCA]: yok henüz iki tane tespit edildi ama bulaşıcı olmasından korkuluyor.
[MAL 2]: (fısıldayarak) bulaşacaz ulan hepinize.
Aklı halen son yaptıkları tartışmadaydı. Tartışmada süreklilik sorunsalını tez antitez bağlamında ele almışlardı (affet beni cemil abi). Tez antitez tamamdı da sentez nerdeydi sentez? İşin içinden çıkamadı. O sırada mecidiyeköyegider otobüslerinden biri geldi. Bindi ve gitti.
22 Ekim 2008 Çarşamba
üç dakika önce
17 Ekim 2008 Cuma
yapmayın kızlar
iyikafa manifestosu
- iyikafa; kafalar iyiyken akla gelmiş, üzerinde fazla düşünülmeden, böyle nasıl diyelim, “bam!! bam!! bam!!” harekete geçirilmiş bir oluşum olup; konsept, kurgu ve şekil itibariyle kaygısızları oynamaktadır.. ha böyle rahat rahat.. hatta üzerine rahat bir şeyler giymeden, bir taraflarını kaşımadan iyikafa’da yazmak edepsizliktir..
- iyikafa; her türlü toplumsal sorumlulukları içselleştirerek gayet sorumsuz bir hayvan gibi takılmaktadır.. mesaj kaygısı, adam saygısı, acıma duygusu, forum baygısı barındırmaz..
- iyikafa; bazen realist, bazen sürrealist, bazen kübist, bazen optimist, bazen pesimist, bazen minimalist, bazen modernist, hatta yeri geldiğinde kadirist olabilen, her yola gelen bir oluşumdur.. öte yandan etiket meselesini neo-dadaizm’e sığınarak halletmiştir..
- iyikafa’nın anlaşılmak gibi bir derdi yoktur.. biz kafa yormuyoruz.. bodos dalıyoruz..
- iyikafa’da bazı bazı kuru-sulu karışacağından 18 yaşın altındaki şuursuz gençliğin parasempatik sinir sistemini bozabilir..
- iyikafa; yazan, yazılan, okuyan, hısım-akraba, federasyon, sulama birliği, yapı kooperatifi gibi falan hiçbir şeyi, hiç kimseyi bağlamaz..
- altıncı maddeye istinaden belirtmekte fayda var; külliyen hayal ürünü bu iyikafa.. daha pak bir ifadeyle tekmili birden göt kaynaklı şiirsel betimlemelerimizi üzerine alanın..
- iyikafa; şuurlu bir başkaldırı, acar bir muhalefet, bir celalî isyanı değil; yellenmek ve geğirmek gibi gayr-i ihtiyari bir dışavurumdur.. affedersiniz.. ımphs ımphs..
- sekizinci maddeye kafa tutmak gibi olmasın, zira öyle bir niyetimiz yok, iyikafa nedendir bilinmez ortalamayı reddeder.. ortalamaya burun kıvırır, omuz atar, tav olur..
- iyikafa; bu yalan sanal dünyanın cilt bakım kremi değil, tıraş kolonyasıdır..
- iyikafa ile maddi manevi her türlü probleminizi kimle isterseniz bölüşebilir, kime isterseniz sövebilirsiniz..
14 Ekim 2008 Salı
dayıtello
döndüğünde afif ve naz’dan eser yoktu. masada soğumuş çayı duruyordu. çayı iki yudumda bitirdi. neyse ki hesabı ödemişlerdi.
nikah masası’na nikahlı laik düğünü inovasyonu
yaz takvimlerde tükenmişti.. ekimdi artık.. erken gelen ve bitmeyen ramazan damarlarındaki alkolü bitirmişti.. son patlıcanlar balkonlarda kururken; kornişonu, fasulyesi, domatesi, lahanası tuzlu - sirkeli sularda bir bidonda, bir arada kışa hazırlanıyordu.. “onlar bile yalnız değil!!” diye geçirdi içinden.. sonra ayağını bir taşa geçirdi.. çubuk, ankara’ya oldukça yakın bir yerleşim birimiydi ve bir cumartesi günü ankara inceden üşüyordu.. ayağı takılmıştı yere düşüyordu.. takım – gömlek – kravat troykasına 199 lira, jöleye de 4 lira vererek başka bir insan olmuştu bugün.. annesi “aman da benim yakışıklı yavrum, aslan oğlum..” diye yanaklarından tutunurken hayata; onun uygun bir ayakkabısı yoktu.. babasının kesik burun ayakkabılarından birine dikti gözlerini, güzelce boyadı.. çorapları delikti ama onu da kimse görmeyecekti nasılsa.. annesi araya bir süveter sıkıştırıyor, “üşürsün yavrum, ayaz.. çıkarma he mi?” diye sıkıca tembihliyordu.. lisede giydiği süveterdi bu.. ayran lekesi hala üzerindeydi.. üzerinde çok durmadı ama.. ceket kapatırdı.. zaten kim dikkat edecekti ki?? her şey tamamdı artık.. dolmuş durağı 5 dakikalık yürüme mesafesindeydi.. kıyametin arifesindeydi.. ve o tek başına 5 dakika bile ayakta duramayacak kadar maldı.. toplumsal bir ihmâldi.. gözünden iki damla yaş süzüldü.. pantolona üzüldü..
turgut özakman’ın olurum senin
bu adam kim diye soran olursa
siyasal islamcı dersin sevgilim
hayaller kurardık biz yıllar önce
hiç yoktu hesapta ayrılık bizce
bilirsin ne kadar görmek isterdim
başörtü içinde seni öylece
ampüle oy versem sevemez miyim
senden laik olmaz diyen ben miyim
şimdi çok zenginsin ben aynı garip
sana yüz görümlük veremez miyim
nikah masasına oturdun işte
ezginlik çok zormuş böyle sevince
sana mutluluklar sözüm kardeşçe
at artık imzanı git bir an önce”
13 Ekim 2008 Pazartesi
imece hikaye 1
"bacanak şimdi;" dedim. adeta bir mal gibi yüzüme bakıyordu. darlandım. "isa gelmedi!" dedim. hala bakıyordu. böyle tarifsiz bir boşluk vardı bakışlarında. mallığı gözlerinden okunuyordu. ama içime dokunuyordu.
sırtımı ankara'ya verip yürüdüm, yaradana sığındım. kardeşim ölmüştü ve ben dört gündür öksürüyordum. - öhö öhö!. tekrar arkamda belirdi. yaradana bi saniye diyerek "siktir git lan burdan!" dedim. adama tabi.
ADAM GİTTİ.