7 Kasım 2008 Cuma

Denizler Altında Yirmi Bin Küsur Fersah (bölüm II)

Bülent bir yandan yürüyor bir yandan homurdanıyordu. Zeki olayın şokunu atlatamadığından sahile kadar tek kelime etmedi. Sahile yaklaştıklarında uzaktan Pepe’yi gören Bülent “Bu bakkal Hasan iyice iptale bağladı, Halil Abi’ye söyleyelim de bi kulağını çeksin bunun.” diye bağırdı. Pepe cevap vermedi. Yeni gelenlere uyuz olmuş, o yüzden on metre ilerideki merdivenlere oturmuş, sigarasını içiyordu. Cevap alamayan Bülent, bu seferde yeni gelenlerle oturan Ahmet’e bağırdı. Ahmet “Ben de kıl oldum bugun ipneye, abime söledim bakar o icabına.” diye Bülent’i sakinleştirdi. Bu sırada yeni gelenlerden uzun saçlı olan tezgahın içinden bir bira çıkarıp çoktan boşalmış pet bardaklara bölüştürdü. Ahmet, kıvrak bir hareketle bira şişesini denize fırlattıktan sonra yeni gelenlere dönüp “Buranın derdi de bitmiyor işte, nerde delisi var bizi buluyo anasını satıyım, baksana arkaya.” dedi. Kafalar arkaya döndü. Uzun zamandır orada olmalarına karşın çoktan varlıklarını unutturan kravatlı ile sakallı meczuplar halen votkalarını içiyor, kravatlı kendi kendine söyleniyor, sakallı her zamanki gibi dalıp gidiyordu. Ahmet konuşmaya devam etti: “Bunlardan bi tane daha vardı burda...”. Yeni gelenlerden kıvırcık saçlı olan Ahmet’i dinlemiyordu. “...bu kravatlının kardeşi...” Kıvırcık saçlı basit hayatında kendine dert ettiği bir takım sorunları düşünüyordu. “...bunun sesi çok güzeldi bize şarkı sölerdi her gece burda...” Kafasında olasılıklar sikişiyor ama bir türlü istenilen sonuca ulaşılamıyordu. “...neyse bi gün sabah bi geldik bu donarak ölmüş şu Pepe’nin oturduğu merdivenlerde.”. Uzunca bir sessizlik oldu. Sessizliği kravatlının arkadan gelen “haydi lili lili lili lili lili lili yar!” nameleri sekteye uğrattı. Kıvırcık ne olduğunu anlamadan kendine geldi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder