5 Kasım 2008 Çarşamba

mekruh lan bu!! “bir varoluş hikayesi..” 1

takvimden bir yaprak daha kopardı.. ay başına daha vardı.. evden çıkası yoktu yine.. “sokaklar normaller için.. ‘boyalı yumurtalar’, alçaklar, kent soylular..” dedi kendi kendine.. normal bir yanı olmadığına hükmetti yine.. kimsesi yoktu.. parası da yoktu.. aynanın karşısına geçti ve kallavi küfürler savurdu suratına.. inadına.. açtı..

hayat anlamsız bir roman gibiydi.. zaten abuk sabuk olan kurgusu acemi yazarların elinde gün be gün zıvanadan çıkıyordu.. zaten bir romanın birden çok yazarı olursa o romandan cacık olmazdı.. olsa olsa metal fırtına olurdu.. varsın olsundu.. çok satardı.. neyse, bu roman bir türlü temellenemiyordu ama.. saldıracak bir düşmanı, aldıracak bir derdi, kaldıracak bir potansiyeli yoktu.. o ve arkadaşları yaşamayı beceremeyen, sosyalleşmeyi bilmeyen; fakat ziyadesiyle şahane bir öbek insan demekti insanların gözünde.. o ve arkadaşları acayip insanlardı özünde..

onları bir araya getiren o zamanki adı lgs olan dandik bir sınavdı.. o kadar dandikti ki adı falan değişti yine yaranamadı.. sonra çıldırdılar.. tedavülden kaldırdılar.. 100 sorudan takribi %93’ünü doğru cevaplandırarak tanışmaya, kaynaşmaya, anadolu’nun dört bir yanından kopup gelmeye, bıçkın ve deli oğlan olmaya hak kazandılar.. ilişkinin başlangıcı yanlıştı yani.. bu yaşanmışlıkla ancak böyle bir roman yazılabilirdi neticede.. tipleri, tripleri farklıydı fakat hemen hemen hepsi aynıydı.. imkan dahilinde oldukça bir araya geliyorlar, saçma sapan mevzular üzerine saatlerce konuşuyorlardı.. bir gün “gelmiyor musun??” sorusunun “evet..” ya da “hayır..” gibi kati bir cevabı olmaması üzerine kafa patlatıyorlar; bir gün “lan şirket kursak da adını ‘aaaaa a.ş.’ yapsak borsaya açılınca cnbc-e falan seyrederken ilk bizim kağıdı görürüz lan, zamandan tasarruf, mis.. reklam da olur..” gibi hayallere yelken açıyorlar; tam olarak içlerinde olmayan fakat onlardan gibi davranan birisi “mal mısınız lan?? internette hepsi oluyor, oradan bakarsınız kastığınız şeye bak..” diyerek ömürlerini törpülüyor; kaçıyorlar.. yeri geldiğinde oturup david lynch seyrediyorlar, woody allen konuşuyorlar.. kader ve gemide’yi defalarca seyredebiliyorlar; zeki demirkubuz’la serdar akar’ın falan kendileri gibi bir arkadaş grubuna mensup olabileceklerini düşünmüyorlardı.. olmadık zamanlarda chopin’de demlenmeyi marifet sanıyorlar; oğuz atay’ı epey bir seviyorlardı; fakat tutunamayanlar okuduktan sonra bir türlü gerçek bir ortalama gibi tribe giremiyorlardı.. falan feşmekan.. chopin cennet-mekân..

yine böyle bir gündü.. yapacak daha güzel bir işleri olmadığı için yine bir araya geldiler.. zaten açtı.. ay başına daha vardı.. içlerinden esmer ve yakışıklı olanı “blog yapalım!! spor..” dedi.. o ortamların sazanı olarak yine atladı hemen: “süper!!” esmer ve yakışıklı olan devam etti: “sen beşiktaş yazarsın, ben galatasaray, mimar trabzon der, yeğen fenerbahçe döşer, sarı da hull city!! ‘bedava izle, canlı izle’ diye dayarız linkleri de tez zamanda büyürüz.. okunur.. yazarız..” o sessizliğe büründü ve bir sigara yaktı.. bu büyük atılımın meyvelerini hayal etti.. fenomen olacaktı.. “düğmeye basalım, ayarla..” dedi ve karizmatik olduğunu düşündüğü biçimde dumanı saldı.. neden sonra “iyi mi ama çok var lan sportif  blog, eziliriz arada.. fark lazım..” dedi.. esmer ve yakışıklı olan “bambaşka olacak, boncuk gibi.. oy oy..” dedi.. konu geçici olarak kapandı.. sarı, uzaklardaydı.. ve hiçbirisi birgün bu hayalini kurdukları blogun ve türevlerinin gün gelip yasaklanacağını bilmiyordu..

hayaller, ucu bucağı olmayan sonsuz denizlerin seyyahları.. gerçekler, mücadele-i hayalin eyvahları.. 

vaktaki sarı geldi..

devam edecek.. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder